DADAŞLAR DİYARI ERZURUM
  narman
 
Narman yöresi sırasıyla (M.Ö. 680–655 yıllarında Sakaların daha sonra Arapları ve Bizanslıların hâkimiyetine girmiş 1048 yılında Selçuklu Komutanı İbrahim YINAL’ın kazandığı Pasinler Savaşı ile Doğu Anadolu kapıları Türklere açılmış Selçuklu sultanı Alparslan’ın Malazgirt Zaferiyle Tortum, Oltu, Şenkaya, Olur ilçeleri ile birlikte Narman’da Türk hâkimiyetine girmiştir. İlçemizin tarihi hakkında yazılanları son derece yetersiz buldum bu konu üzerinde bulduğum kitapları okudum önceden yaylamızda yer alan savaş kalıntılarının 93 harbi(1877–1878) tarihlerinden kaldığını düşünüyordum ancak bunların 1915 yılında Sarıkamış Hareketinden sonra Rus güçlerinin baharla birlikte Doğu Anadolu’nun işgali için hareketi sırasında yapılmış savaşlardan kaldığını anladım. 93 HARBİ (1876–1877) 93 harbi diye adlandırdığımız 1877 yılında Gazi Ahmet Muhtar paşa savaşlarını anlatan Mehmet Arif Beyin Başımıza Gelenler kitabında ilçemizden NAMREVAN olarak söz edilmektedir bu isim ilk defa duyduğum bir isimdir. Bu savaşlardan sonra Ruslarla yapılan anlaşmada ilçemiz Osmanlı devleti sınırlarında kalmış ve işgale uğramamıştır. SARIKAMIŞ HAREKETİ (1914–1915)* "Rus sınırı o zama ismi Nefsi Narman olan Oltu'nun Ünlükaya Köyünün kesik köprü kısmında kalmıştır. Hatta bu köprüye yakın olan ve şimdi pek kalıntısı kalmayan yol kenarında ilçemizin bir köyü de boşaltılmış ve şimdilerde kalıntıları bile hatırlanmamaktadır. Sarıkamış Hareketinden önce (30 Eylül 1914) Narman ilçemizde Süvari alayı nizamiyesi, Piyade alayı ve sınırlarda hudut karakolları bulunmaktadır. Şu an ilçemizde Kışla olarak belirttiğimiz bölgenin o zamanlar Ordumuzu barındırdığı anlaşılmaktadır. Daha sonra bu birliklerin Erzurum’daki 3. Orduya katılmak üzere ayrıldıkları anlaşılmaktadır. Bundan sonra Rus birliklerinin Narman’a girip Savaşçılar köyünde savunma hattı kurdukları ve Rus birlikleriyle Aralık 1914 yılında ilk karşılaşma bu köyümüzde Albay Hasan Vasfi Bey Komutasındaki 31 tümenle yapmış ve ordumuzun zaferiyle sonuçlanmıştır. Enver Paşa ve ordumuzun bir kısmı da 8 Aralıkta Köprüköy den Koşaya(Toygarlı) oradan Yanıktaşa gelmişler. Bu sırada 10 Aralıkta Enver Paşa ve kurmayları geceyi İd’de geçirmişlerdi." *(Köprülü Şerif İldemin Sarıkamış adlı eserinden alınmıştır.) SARIKAMIŞ HAREKETİ SONRASI (1915)* 9 MART 1915 (ilçemizle ilgili yazılı belge bulmak çok zor sanırım ilçemizde yaşayan büyüklerimiz bu konuda hiç yazı yazmammışlar) "10. Kolordunun merkezi olan İd kasabasına geldik. Geçtiğimiz dağlardan henüz bir metre kar olduğu halde bu kasabada kardan eser bile yoktu; güneşin etkisi de oldukça şiddetliydi. Liskavda (Yukarısivri) yattığımız odanın in gibi küçük kapılı, toprağa gömülmüş penceresiz bir dam olduğunu anlatmak için “ Mart dokuzda inden çıktık İd’e girdik” diyerek, tarih düşürmeye çalışan arkadaşlar bile oldu. Şimdiye kadar gördüğümüz kasaba ve köyler içinde İd birinciliği kazanmıştı! (yazar çamurdan şikayet etmekte) Sokaklardan geçerken topuğa kadar yükselen çamur içerisinde, daha gömülmelerine vakit bulunmamış bir cesedin koluna, bacağına basmadan geçmek mümkün olmuyordu. Dam içlerinde tüyler ürpertici manzaralar; kapısının üzerinde “ Şehitler Mezarlığı” yazılı levhası bulunan dört duvar arasındaki ölü yığınları. Savaştan önce kışla olan büyük bir binada, birbiri üzerine yığılmış, kereste taşır gibi iplerle sıkı sıkı sarılmış, ataklık kurbanlarının yüklü bulunduğu kağnıların hazin hazin ses vererek gelişleri. Ağızları yarı açık, sönmüş gözleri arasından toprağın doymak bilmeyen midesine atılmaları bekleyen şehitler, insan eti yiyerek domuz gibi olmuş, yamyamlaşmış bir sürü köpeğin korkunç bakışları insanın duygularını, düşüncelerini felce uğratacak ve yaşadıkça hafızasından silinmeyecek hatıralar. Birbiri üzerine yığılmış, tepecikler meydana getirmiş olan bu hatanın şehitlerinin hemen hepsi, tifo, ateşli humma ve özellikle tifüsün yaptığı tahribatın ileri gelmişti. Bu bahtsız küme küme yatan Anadolu çocukları karşısında arkadaşların ne düşündüklerini bilmiyorum ben bu sahneleri olduğu gibi anlatamadığıma esef ediyorum. Gerek İd’de ve gerek Aha (Beyler) köyündeki ölü bolluğu Erzincan’dan sonra yol kenarında gördüğümüz 3-5 ölü kadar bile bizi etkilemez olmuştu. Erzurum’dan sonra sık sık karşılaştığımız köy damlarında küme küme yatan bir kısmı soyulmuş bir donla bırakılmış Türk çocuklarının ölülerine iyice alışmıştık.. Bu kasabada dört gün kaldık yeme içme zorluğu ilk defa bizi burada karşıladı. Sular, evler, yiyecekler her taraf bulaşık, her taraf mikrop yuvası. İçinde ceset bulunmayan bir dam altı bulamadık. Merkez kumandanlığına muracata mecbur olduk, emir erlerinin yanında gösterilen bir köşede gecelerimizi geçirdik. Yemeklerimiz çaydan peksimetten ibaretti suyumuzu da kasabanın iki kilometre kadar güneyinde bulunan temiz gözeden getiriyorduk.(yazar çermeyi kast ediyor sanırım) 14 Marttan güneş doğarken erzak hayvanlarını takip ederek düşmanla karşı karşıya bulunan alayımıza geldik. Bugün kü yolumuz pek sarp aşılması güç dağlar hayvanların tehlikeler atlatarak geçtikleri patikalardı. İd’den henüz ayrıldığımız sırada bir düşman (Rus) uçağının İd üzerinde keşif uçuşu yaptığını gördük.” *(Faik TONGUÇ’un Birinci Dünya Savaşında Bir yedek subayın anıların kitabından aynen alınmıştır.) NARMAN’IN İŞGALİYLE İLGİLİ YAZI* “Ordu kumandanlığınca keşide edilen bir kur’ada 10. Kolorduya tefrik edilerek, güzel atlarla bir kısım arkadaşlar hep birlikte 13. Nisan. 1331 (26. Nisan. 1915)’te Erzurum’dan ayrıldık. 10. Kolordu merkezi olan Şekerli kasabasına muvasalatla, buradan da 32. fırkaya tayin olarak Narman kasabasına ve buradan da yağmurlu bir günde 94. alay 2. Tabura tayin edildik. Fırkadan rükubumuza tahsis edilen küheylan atlarla, yağmur çamur içerisinde yola devam ile akşamleyin 94. Alay merkezi olan Kahmıs köyüne muvasalatla bir merekte (samanlıkta) ikamet eden Harputlu Mülazım-ı Evvel Hilmi Efendi namında bir bölük komutanına misafir edildim. Havali birkaç defa düşman ve bizim kendi ordularımızın ayakları altında kalmış olduğundan kâmilen harabe zar bir haldeydi. 17. Nisan. 1331 (30. Nisan 1915) tarihinden itibaren kıta’ya be harbe iltihak ve iştirak etmiş bulunuyorum da harp ve seferi hayat, büsbütün aykırı ve gayr-ı tabii bir hareket olduğundan, ünsiyet etmek ve alışmak biraz müşkül görünüyor ve her vaziyet ve harekâttan tevahhuş ediyordum. (korkuyor, ürküyordum) Oltu şehri civarında muharip iki ordu ahz-i mevzii etmişler, etraftaki tepelerde kar ve buzlar içerisinde zavallı askerler geceli gündüzlü nöbet beklemekteydiler. Gacartı, Tekmezar, Suptan-tepesi, Goranis, Arastı, Kihdik, Turla sırtları kısmen bizim ileri karakol mevziilerimizdi. Daha henüz, Sarıkamış bozgunluğu felaketin darbelerinden rehayâb olamayan (kurtulamayan) ordumuzda bölük mevcudu azami 15–20 nefer silahendaza tenezzül ettiği gibi, bölük komutanlığı da, ekseriye mektepten yeni neş’et etmiş bir Mülazım-ı Sani veyahut bir masum ihtiyat zabit namzedinin dûş-i hamiyetine tahmil edilmiştir. Bir gece Kahmıs’ta istirahattan sonra 1. Bölük kumandanı sıfatıyla be bölüğümle Sultantepesi nam mevzii, 5. Bölükten teslim aldım. Ve bu suretle ilk defa olarak hatt-ı harbe girmiş oldum, 17. Nisan.1331 (30. Nisan.1915). Sultantepesi, büyük bir tepenin zirvesinden ibaret ve etraf kâmilen beyaz karla mesturdu. (örtülüydü). Tabur karargâhında kalmamı ve acemi efrada talim muallimi olmamı emir ve tensip bulurdular. Teşekkürler... Büyük bir lûtuf ve himaye oldu. Her gün ihtiyatta kalan bölük efradını sabah, akşam Kahmıs köyü harmanlarında toplayarak askeri talim ve terbiye yaptırır, sair vakitlerde ya bir merekte yahut bir samanlıkta, ateş başında tabur kumandanı beyle ve geride bulunan diğer zabıtanla sohbet ederdik. Tamam, bir hafta bu hal üzere güzeran ettikten sonra müdafaa mevziindeki bir haftalık sükûnet 23. Nisan. 1331 (6. Mayıs.1915) gecesi, nagehan bir gulguleye, gürültüye munkalip oldu (dönüştü). Havanın soğuk, kar, bora, tipi fırtınasına hem ahenk (denk) olmak üzere düşman siperlerinden top, mitralyöz, tüfenk, bomba tarrakaları, hurra sedaları, düşmanın insafsız baskın hareketleri havaliyi dehşete ilga etti. Herkes silah ve eşyasını topladı, daha şafak sökmeden asker siperlere yerleştirildi. Tabur karargâhını sevk edecek mekkâre ve sair hayvan ve araba taburda kalmamış olduğundan, tabur kumandanının emriyle ve diğer bir zabit refikimle Kahmıs köyündeki mevcut hayvanları toplamak üzere, karanlıkta sokakları dolaşarak hane kapılarını açtırmaya gayret ediyoruz. - Tak, tak, tak aç kapıyı. - Kimsiniz? Gece evimizde ne işiniz var? Bizim erkekler hep askerde, kimsemiz yok. - Aç kapıyı. Biz askeriz, tez kapıyı açınız. Tabii ki içerde hane derununda bir vaveyla, ah-u figan, ağlaşmalar başlar. Aman yarab, ne dil-sûz bir sahne, canhıraş bir vazifeydi. Vaziyeti gören en haşin kalplar de sızlar, en zalim gözler de kan ağlardı. Nihayet ya iki büklüm bir acuze köylü kadını, ya başı açık soluk benizli bir çocuk yahut masum, sefil bir asker karısı gir yanlar içerisinde titrek elleriyle yalvararak kapıyı açar. Zavallı Türk köylü kadını, karlar, fırtınalar içinde pek sefilâne. Vatan müdafaası uğrunda, düşman karşısında kahramanca çarpışan Türk askerinin yuvasındaki aile ve yavruları ağlaşarak, meleşerek, - Aman asker ağa, ne var? Düşman mı geliyor? Aman Allah aşkına olsun ne istersiniz? - Bir şey istediğimiz yok, yalnız tabur ve askerin ağırlığını taşımaz için çabuk ve hayvanınız varsa, koşup veriniz. Zaten bu köylerde hayvan bile kalmamıştı. İnsan, erkek kalmadığı gibi, belki, birkaç yağır (omzu yaralı) merkeple bir iki uyuz öküz ve inek bulunurdu. Allah, Allah... Ne dehşet, ne vahşetti. Zavallı köylüler, derhal düşmanın baskın yaptığını, bir-iki saat sonra kendilerinin de düşman ayağı altında çiğneneceklerini anladılar. Eşya-yı zaruri yelerin yükleyip de kaçmak, hicret etmek istediler. Biçareler buna da muvaffak olamadılar. Çünkü bulunan hayvanlarını da biz, askerler aldık. Zavallı köylü kadınları hiçbir şeylerini almaya muvaffak olamadan beşikteki yavrularını sırtlarına sarıp diğer küçüklerin ellerinden yapışarak, baş açık, yalın ayak, aç bi-ilaç kaçmaya başladılar. Esasen düşmanın hücumu pek şiddetlendiğinden ileri mevzideki askerler de dayanamayarak ricate başladığından hepimiz birlikte muhacir kafilesine karıştık. Yaşlı, kadın, çoluk çocuk, yaralı sağ, asker, sivil birbirine karışmış cehennemi bir bozgun. Ana-baba günü. Semavat ve afaka çıkan zavallı yavrucukların ah-u enîmleri (inlemeleri) kalpleri titretiyor. Askerin yaralı olanlarının bir köşede, çamurlar içinde can çekişmeleri, istimdatları (yardım istekleri), feryadı figan, vaveyla ayyuka çıkıyor, sanki bir mahşer günüdür. Hiç kimseden kimseye medet, yardım yok. Yollarda bembeyaz karlar üzerinde mecruhun ve şühedanın kanları fecaati artıyor, hele yollar kenarlarında, çamurlar içerisinde, karlar üzerinde, melül mahzun ve ümitsiz terk-i hayat eden çocukların hal-i pür melalleri ciğerleri parçalıyordu. Biz ise askerliğin kendine has katı kaideleri içerisinde, bir şey yapamamamızın ızdırabı ile talihe serzenişler ederek, kar tabakaları üzerinde düşe kalka panik, ricat halindeyiz. Hezimete uğramış, bozgun, yorgun, bitap askerlerle geri çekilirken mütemadi yeni yeni acıklı olaya şahit oluyordu. Düşman süvarileri hiçbir surette peşimizi bırakmıyor. Kar ovasında yollara dökülmüş renk renk muhacir kız ve kadınların eşya ve elbiseleri, düşmana güzel bir hedef teşkil ettiğinden, atılan top, tüfek mermileri boşa gitmeyip, hepsi de hep muhacir, asker topluluğuna düştükçe binlerce masum canlar yerlere seriliyor, yeniden bir figan, ah u enin başlıyordu. Esasen geçtiğimiz yerlerde ciğer yakıcı, muhtelif dil-sûz vak’alar eksik değildi. Ayağı kırılmış, çamura batmış, yaralanmış, mürt olmuş (ölmüş) mekkâre, sığır, koyun, dana, keçi leşlerine, çamura batmış, takati kalmadığından annesinin sırtından atılmış, ölmüş, şehit olmuş, kadın, erkek, çoluk çocukların haddi-i hesabı yoktu. Aman yarab, beşeriyetin çektiği bu felaket ne zaman sona erecektir. Köylerde insan kalmamış, hatta bir harabe, bir kül yığını haline gelmiş, düşmana bir yarar olmasın düşüncesiyle geçtiğimiz köyleri ateşe verip yakıyoruz. Ahalinin gözbebeği gibi devşirip topladığı, tedarik ettiği hane, halı, kilim, kabkacak, sandık, çamaşır vesaire nesi varsa kamilen heder olup gidiyor, canından olan zavallı biçare halk, malından ayrılarak, yalnız canını kurtarmak telaşıyla yavrusunu sırtlayıp dışarı fırlıyordu. Çok geçmeden de bu zavallılar, hanelerinin, eşya ve mallarının asumana yükselen siyah, kesif dumanını görerek dağdar oluyordu. Geçtiğimiz her köy ve kasaba halkı aynı akıbete duçar oluyor, muhacir kitlesi çoğalıyor, felaket, sefalet artıyordu. Hayatın kıymeti kalmamış, dünyanın zevki, ana-baba-evlat muhabbeti, şefkati fikirlerden silinmiş, herkes ağlaya sızlaya, kâh düşe kalka kemal-i tevekkül ve sabırla, kurtulmak için mütemadi kaçıyor fakat birçokları nihayet sabır ve takatlerini kaybederek ya bir çamura batıp boğuluyor veya soğuktan donup alnının ezeli yazgısına kavuşuyordu. İşte bu ricat bu suretle matemengiz bir vakaya sebep oluyordu. Bu hal ile fırka karargâhımız olan Şekerli’ye geldik. Karargâhtan eser kalmamış, yerinde yeller esiyor. Güzergâhtaki köy ve kasabalar boşalmış, yanmış, dumanları tütüyordu. Her tarafta felaket sernüma olmakta (baş göstermekte), şüheda ve ayaklar altında ezilen, çiğnenen masum yavrucukların cesedi-i biruhları, hayvan leşleri, boşalan köy ve kasaba harabeleriyle hem-ahenk lisan-ı hal ile beşeriyete güya şu hitapta bulunuyordu: “Nedir bu vahşet, nedir bu dehşet, gaddar, zalim insanlar...” Nihayet bir gece, artık bir parça istirahat etmek için tesadüf ettiğimiz Yayla köyünde büyük bir haneye girdik. Ne bakarsın yediler, kırklar hep buraya toplanmış, ocakta ateş yanmakta ve biraz odayı aydınlatmaktadır. Tabur erkânı, muhtelif kıtaatın döküntü, perakende hasta askerleri, muhacir kadınlar, kızlar, çocuklar, hep buraya sığınmışlar. Üst üste bir halk kitlesi hep mağmum, müteessir telaşlar içerisinde. Hele bazı zavallı kadınlar... Yarım saat evvel çamura, karlar, buzlar üzerine attığı yavrusunun şu dakikalardaki ölüm ızdırabını yad eden figanları ciğerleri parçalıyor. Açlık, sefalet akla bile gelmiyordu. Bu elemnâk geceyi, bu kızcağızların feryatları arasında biraz geçirdikten sonra vazife başına koşarak, şafakla beraber Tokan, Hiç olar tepelerinde düşmanla karşı karşıya gelip cenkleşmeye başladık. Bu dümdar vazifesi ile Şehitler Köyü sırtlarında iken, sabahleyin Karapınar’da ordunun içtima edeceği emredildi. 10. kolordu Karapınar’da toplandı. Fırka ve alaylara emirler verildi. Bu esnada mensup olduğum 32. Fırka kutumar sırtlarına bile-perva taarruz ve ileri gelen düşmana hücum emri aldı. Kâmilen karla mestur bembeyaz Kutumar sırtlarında düşmana hücuma başladık. Sıçra... Marş... Marş... Şiddetli ateş her iki tarafın top, mitralyöz, tüfek sesleri insanın aklını alıyor. Artık mütemadi ricat bozgunluk, sefalet gündüzleri harp, geceleri baskın, devriye, keşif yapıyoruz.. Erzurum’un Karadeniz cihetindeki Gavurgünay. Dullu, Akdağ tepe ve sırtlarında karlar üzerinde kan dökülmedik bir karış yer kalmadı. Zavallı evlat-ı vatan, düşmanla değil, tabiatla, açlıkla, yoksuzlukla, sefaletle mücadele etti. Tufan-ı tabiata da kurşuna siper ettiği göğsünü gerdi. Mazinin Zaloğlu Rüstem’ini, Aslanlarını utandırdı. Türk yavrularını teker teker dağlar başında, dereler içinde alkanlara doydu. Gözü açık, karnı aç, kalbi aşk-ı vatanla memlû olarak hasretle edebiyete götürdü. Yarab, ne iman, ne inanç, ne asaletti bu. Nihayet beş on yorgun dilâverle, kudurmuş düşmanın savletini durdurabildik. Bir iki gün dağlar başında karların içinde, aç olarak yaptığımız siper ve yuvalarda müdafaa harbine başladık, 10.Mayıs.1331 (23.Mayıs.1915). Bu esnada Fırka emriyle Simserkiz karyesine, müfreze kumandanlığına gönderildim. 27 yiğitten ibaret, fakat hakikatte malul bitap askerlerimle Simserkiz’e (Şehitler Köyü)gelerek bir ahıra yerleştik. Derhal ileri karakol mahallerini tespit ederek nöbetçileri ikame ettim. Devriye ve keşif kollarını tayin ederek ahırda biraz istirahata kavuştum. Burası Simserkiz (Şehitler) köyü, düşmanla bizim ordunun arasında ve ahalinin tamamı Müslüman Türk köyüdür. Biçare halk korkularından ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Maksut Efendi isminde bir hocaları vardı. Derhal yanıma davet ettim. Lazım gelen ihtiyat tedbire riayet etmelerin ahaliye tembih etmesini anlattım. Halk benim gibi Müslüman bir zabitten son derece memnun, etraftaki top, tüfek tarrakeleri, civar köylerin muhacereti sinirlerini bozmuş kimsede insanlık bir hal kalmamıştı. Buradan her gün 32. Fırka kumandanlığına harp raporu gönderme mecburiyetindeydim. Fakat emirber zabiti süvari Malazım-ı Evvel Arap Vehbi Efendi her gün bir iki defa Fırkadan emin getirir ve benim raporumu götürürdü. Başkaca köy halkından başka kimse ile görüştüğüm yoktu. Müfrezemin esas vazifesi Simserkiz vadisini muhafaza ve düşmanın ansızın buradan ilerlemesin menetmekti. 28. Mayıs. 1331 (10. Haziran.1951) tarihine kadar müfrez olarak burada kaldım. Bu esnada Fırkadan şöyle bir emir aldım. “Simserkiz müfreze kumandanlığına, yarın şafakla beraber bütün fırka alaylarından topçu, mitralyözlerden birer zabit kumandasında mekkâreler ve neferler Saptıran köyünden odun, erzak getirmeğe gideceklerinden, bunlara düşmandan bir zarar gelmemesi için ihtiyaten Simserkiz müfreze kumandanı, maiyetindeki efratla beraber geceden Saptırın sırtlarını işgal ederek himaye mevzii alacaktır.” Düşman 28. Mayıs.1331 (10.Haziran1915)’ta umumi taarruza başladı. Evvela bütün cephede şiddetli top ateşiyle mevzilerimizi iyice hırpaladıktan sonra ordumuzu bozarak önüne kattı. Karşımızda Tokan-Hiç olar istikametinden yürüyüş kolu nizamında ilerleyen düşmanın manzara-i hevl-naki (korkunç manzarası) Simserkiz halkını tahvif etti (korkuttu). Ahali hicret için ayaklandı. Muhitimizde tekrar meleşmeler, iniltiler baş gösterdi. Köyün mahrecinde toplu bir halde kaçan biçare yeni muhacir kitlesine bir top mermisi isabet etti. Yavrular ağlaşarak figanları asumana ser çekerek çil yavrusu gibi darmadağın oldular. Yeniden bir mahşer günü oldu. Ölen, şehit olan, yaralananın had ve hesabı yoktu. Yarab, bu ne afet; soğuğun, sefaletin tesiri bambaşka. 83. Alay da mevziden çekildi. İlerimiz açık kaldı. Fırka, Alay ve taburumla irtibatım kesildi. Düşmana yerimizi belli etmemek için kâh sinerek, kâh muhtelif istikametlerden karşılıklı ateşler başladığında isabetli atışlar yapmaya çalışarak geceye ulaştık. Karanlıktan bil-istifade civar tepelere çekilip ta-be-sabah nöbet, devriye, keşif vazifesini yaptık. Tabur, Alay hatta Ordumuz perişan bir halde, sefalet ezhârcihet hadden efsun bir haldeydi. Cepheyi tashih ederek ufak ve muannit (inatçı) bir taarruz ile düşmanı püskürtüp “S” tepesinde 8. Haziran.1331 (21. Haziran.1915)’e kadar mevzide müdafaada kaldık. 8 Haziran 1331 gecesi düşmanın çekildiği hissedilince ordumuz takibe başladı. Ne zevkli bir safahat-ı harbiyeydi! Askerler dirildi. Her biri birer ejder kesildi. Nihayet “94” tepesinde düşmanla boğaz boğaza geldik. Aman Allah’ım... o aç, çıplak, bî-ilaç, bitkin askerim, her türlü ihtiyacı temin edilmiş bakımlı, seçme, boylu postlu Rus askeriyle nasıl harp edermiş. Kurşun vızıltıları arasında süngü savletini, tekme darbelerini göz seçemiyordu. Bu seferde “Allah... Allah...” nidaları asumanı titretiyor, kaçan, bazen durum tutunmak isteyen düşman askerine top, tüfek ötesinde başka bir silah tesiri yapıyordu. Bu minval üzere boğaz boğaza harbe dip avn-i Hakla (Allah’ın yardımıyla) düşmanı siperlerinden çıkarıp tardettik. Ve bununla kanaat etmeyerek cebrâ bir takibe başladık. Oltu şehri İd kasabası civarında 2900 rakımlı koca bir dağa, Karadağ’a tırmanarak, kanlı bir muharebeden ve binlerce mecruhun, şüheda dem-i masumları bahasına Karadağ nam balayı fethettik. Bu dağın tepesinde iki sivri tepe olup arasında 50 metre kadar uzunluğunda bir düz boyun vardır. Tepenin düşman tarafındakini düşmanlar, bizim tarafımızdakini biz fevkalade muhafaza etmekteydik. Gece gündüz mütemadi devriye, keşif tarassut vazifeleri vardı. Alayımız uzun bir müddet bu dağın tepesinde kaldı. Gerçi mesafe pek yakın, 45–50 metre kadar idiyse de pek dar olduğundan efradın kısm-ı azami şehit, mecruh olup 2900 metre tepeden ingindeki dereye kadar yuvarlanıp parça parça oldular. Bakiye 5–10 nefer de düşmanın mevzii olan yüksek ve büyük kayanın dibinde sıkışıp kaldılar. Bu esnada top, tüfek ateşleri fayda etmediğinden bir müddet burada taş muhaberesi dahi yapılmıştır. Gece karanlığında bil-istifade bu askerler geri, kendi siperlerimize çekilmişlerse de, tel örgüyü kaldırmak mümkün olmadı. Beyhude zavallı neferlerin bazıları şehit oldular. Bende kalan neferlerimle 3. Tabura nakledildim. Biz, tamam 5–6 ay bu dağın tepesinde bekledik. Karadağ müfreze ve gayret kumandanlığı oldu. Bir gün Sami Kal’a civarında düşman tahdidatını (yığınaklarını) ikmal etti. Gece bir projektörle taharriye başladı. Samuhkale, Kahmeran, karye ve sırtları ehemmiyet kes betti. Nihayet ileri mevzii 96. Alaya teslim eden bizim 94. Alay ihtiyata, Hanike nahiyesine çekildi. Burada Kolordu nöbetçi, zabitliği, mızıka ile kolordunun tadadı ve muntazam yürüyüşler, talimler başladı. Nihayette Kal’a dibinde hem istirahat, hem de talim devreleri çok sürmedi. Düşman ileri hücuma başlayıp harekâta geçti.” *(Başkatipzade Ragıp Beyin TARİHİ HAYATIM tahsili harp esaret kurtuluş anıları yayına hazırlayan Bülent varlık Kebikeç yayınları kitabından alınmıştır.) KURTULUŞUMUZ Öyle anlaşılıyor ki ilçemizin Rus işgaline uğraması Mart-Haziran 1915 sıralarında olmuştur. 1917 yılında başlayan Bolşevik ihtilali sebebiyle Ruslar Narman’ı terk etmişlerdir. Rus birlikleri öncelikle Şekerli Beldesi üzerinden yani ilçe merkezinin karşı kısmından savaşçılar köyüne kadar işgal etmişler ilçe merkezinde bulunan halk ise toparlanıp yaşadığı toprakları terk etmek istediğinde savaşçılar köyü civarında kafileleri durduran Rus askerleri tarafından ilçe merkezine geri gönderilmiştir. Böylece ilçemiz halkı yaşadığı toprakları terk etmemiştir. Ermeniler Narman ve Köylerine yerleşerek katliama başlamışlardır. Şekerli ve Yoldere ermeni işgali altındadır. Ermeniler Mahmutçavuş üzerine saldırıya geçmişlerdir. Bu arada Mahmut Çavuş komutasındaki askerler Şekerli ile Narman bağlantısını keserek düşmanı bozguna uğratmayı başarmışlardır. Halkın bir bölümü Mahmut Çavuş’a yapılacak bir saldırıya karşı Şekerli önünde mevzilenmişlerdir. Samikale de toplanan ikinci grupta Narman’ın Tuzla mevkiine mevzilenir. Yoldere,Pertuvan,Karani Ermenilerini korkutarak dağılmalarını sağlar. Pasinler'den Ermenilere yardım için gelen 200 ermeni atlısı da “Türk ordusu geldi.” Diyerek geri çekilirler. Böylece Türk ordusu gelmeden kahraman halkımızın amansız mücadelesi güzel Narman düşman işgalinden 18 Mart 1918 günü kurtulur. Tarihi seyri içerisinde Narman Bizans hâkimiyetinde iken NAMURVAN-NAMERVAN NAMREVAN olarak adlandırılmış, Arapların ilçemizi bayram günü ele geçirmeleri nedeniyle “İD” olarak adlandırılan Narman 1918 Tarihinde tekrar Türk hâkimiyetine geçtik ten sonra NARMAN olarak adlandırılmıştır. İLÇE OLUŞU 1926 yılına kadar ilçe statüsüne sahip olan Narman 1926 yılında Tortuma gelen Teşkilatı-Mülkiye Heyetince düzenlenen raporla 88 köyünden 5 köyü Artvin ili Yusufeli ilçesine, 5 köyü Kars ili Sarıkamış ilçesine, 18 köyü ve Çamlıbel (Ardos) Bucağı Oltu ilçesine dâhil edilmiş. İlçemizi de İd bucağı adı altında 57 köyü ve Ayyıldız (Pikkir) Bucağı ile birlikte Tortum İlçesine bağlanarak Narman ilçelikten lağvedilmiştir. Böylece ilçemiz 1954 yılına kadar Tortum ilçesine bağlı İd bucağı olarak yönetilmiştir. İlçemizin Belediye Başkanı İhsan ERDEM’in çalışmalarıyla 1.6.1954 yılında yeniden ilçe statüsüne kavuşmuştur.
 
  Bugün 2 ziyaretçi (31 klik) kişi burdaydı! .


 
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol